Unutulmuşluğun kitabeleri gibi
durursun şehrin en işlek meydanlarında. Her an sol gözünden girip, ensenden
kafatasını terk edecek bir mermi beklersin gözü pek bir keskin nişancıdan.
Vurmazlar seni. Seni kimse vurmaya dahi tenezzül etmeyecek denli unutulmuşsundur
belli ki. O kadar unutulmuşsundur ki, büyük zamana düşer gövden. Zaman uzar,
esner, bükülür ve büküldükçe sancımaya başlarsın. Zaman sana göre ne kadar
göreceli olabilir ki? Manastıra kilitlenmiş zoraki bir rahibe nasıl geçirir
bakire gecelerini?
Herkes için akışkan olan zaman
senin için durağan katı bir cisim, bazen kendini astığın bir sicim veya baya
baya işkence çektiğin bireysel kırbacın senin. Basbayağı igloda yaşayan bir
deve kadar herkese iğretisin. Ritmini
kaybetmişsin. İnceden topallıyorsun. Paris’te, leş bir barda, kendini bedavaya
bile satamayan tek bacaklı fahişesin. Evet, sensin asıl fahişe bebeğim!
Yuttuğun kimsesizlik, patlarken midende serseri deniz mayınları gibi, elbet sen
de sağa sola ruhunu pazarlayan tatlı bir fahişesin! Yalnızlığının doğurduğu,
kimsesizliğinin şahlandırdığı, birilerine kendini adama isteğini ne
zannediyorsun sen? Bu düpedüz ruh orgazmı işte. Başka birinde kendini
tamamlayabilmek, onunla artıp, onunla yükselip, sonra en yüce anlarda
sadeleşebilme arzusu bu. Senin yalnızlığının sebebi ve sonucu aynı. Salt tene
değil, onun ötesine de dokunmak isteği.
Sence hangisi daha gerçekçi?
Kedilerin ciğerlerini yiyen fakir dilenci, evinde kedi besleyenlerden elbette
daha çekici. Çünkü onlar, doyurdukları her kedide aynı huzuru tadacak ama
dilenci nasıl unutabilir ki, karnını doyurduğu kanlı, minik ciğeri? Zamana çivi
çakarak adını yazan herkes zamanı biraz incitir. Açılan her yarada ise
sineklerin bıraktığı intikam tohumları yeşerir. Geride bıraktığın anlar hep
aynı mı duruyor? Hayır, bebeğim hayır! Geçmişin bile başka bir evrende kendince
yoğurulup senin olmaktan çıkıyor. İşte, işte gördün mü! Geçmişinde sırtında
taşıdığın tüm kamburlar tek celsede seni boşuyor.
İnan bana bebeğim, kime dua
edeceksen acilen etmelisin. Çünkü şu anda durduğun meydan birazdan biçecek, boş
bir başak gibi duran gövdeni. Peki, su seni kabul eder mi? Toprak ne kadar
kendine karıştırmak ister? Ateş seni kül etmek isteyebilir belki ama rüzgar
uçurur mu küllerini? Kime ettiğin çok önemli değil ama acilen dua etmelisin. Ya
da şöyle okkalı bir küfür savur. Çünkü aynı kişiye küfür de edilebilir dua da. Arada
bir herkes hatırlamalı babası tarafından öldürülen şehzadeleri.
Hala keskin nişancıdan tık yok fark ettin mi?
Muhtemelen bugün de ölemeyeceksin. Hatta yarın da veya haftaya. Zaman yok
olmuyorsa, geçen zaman bile hala başka evrenlerde yaşıyorsa kime ölü kime diri
denebilir ki? Unutulmuşluğun ölü olduğunun kanıtı olabilir, eğer sen de, başka
birileri senin hakkında bahsederken, geçmiş zaman kipleriyle kullanılan
biriysen tabi.
Şimdi git bebeğim, usul usul yürü
ve esmer bir kadını seninle evine gelmeye ikna edene kadar durma. Fazla zamanın
yok kazanmak veya kaybetmek için. Hatta ne yaptığının önemi bile yok, dua
ettiğin kişi seni geceleri alnından öpmüyorsa. Senden öncekilerin günahlarını
üstlenmişsen – ki her insan taşır başkalarının günahlarını – senin de ciğerinde
kara bir leke var. Lekenden rahatsız olma sakın, iyi huylu tümörün o senin.
Keskin nişancı elbet bir gün seni de hatırlayacak, sen de bir anlamın anlamı
olacaksın mekânsızlık âleminde. İşte o zaman tümörünü devredeceksin, henüz
doğmamış bir cenine. Yeni günahlar işlenmiyor demeye çalışıyorum anlasana. Var
olanlar devrediyor sadece nesilden nesile. Bunu genetikle açıklayanlar da var,
kader diyenler de. Ama sen aldırma onlara. Bu daha çok içgüdü sanki.
Üzülme bebeğim, vahaya giden bir
deve suçlanamaz. Çünkü çölde yaşamak, onun suçu değildi. Sadece sen örülmedin
günahlarla ama insanlar unutkandır bebeğim, aynı günahları taşıdıklarını
hatırlatman gerekir. Herkesle eşit olursan, zaman senin içinde sıvılaşacak. Cidden
vazgeçmelisin artık varoluş serüveninden. Çünkü birileriyle beraberken oturur
zamanın ritmi. Aksayan nota dizeleri. Bazen çok fazla klasik olacaksınız, bazen
blues, bazen aşırı dozda sanat müziği. Klimanjaro Dağları’nda tanıdığım ayyaş
keşiş; Tanrı sevişen iki bedenin arasında uyur demişti!
Dinle bebeğim. Dinle
unutulmuşluğun kitabesi, tatlı fahişe, tüm günahların mükellefi! Yatağında
boylu boyunca üryan uzanan esmeri öpmeye başla. Gör! Gör ki; nasılda
beyazlayacak dudaklarının her patladığı zerre. Sonsuz esmerliğinde sen öptükçe
çiçekler açacak beyaz beyaz. Öpülmemiş son parçasını kaldığında dudaklarını
ansızın çek geriye lav yalamış gibi. Siyahlık, o mermer kadar beyaz vücudunda
bir karadelik gibi gözlerinde parlarken sakın korkma! Kulağına usulca
dudaklarını yaklaştır ve ona de ki;
“Herkesin Afrika’sı olmalıdır
biraz.”
Onur Tuncay
Gültepe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder