18 Aralık 2013 Çarşamba

Göm Beni



1
Saatler yoktu ama vakitler vardı. Hava yoktu ama rüzgar esiyordu. Su yoktu ama susuzluk can yakıyordu. Uyku yoktu ama rüyalar insanı yaşatıyordu. İnsanlar yoktu ama hayaletler dudaklarımızdan öpüyordu.  Bedenlerimiz yoktu ama geceleri bütün vücudumuz ürperiyordu. Yağmur yoktu ama üzerimize çiğ düşüyordu. Yani, hiç kimse ve hiçbir şey yoktu, herkes ve her şey vardı. Tanrı ve ben, bir ovanın ortasında baş başa ağlıyorduk.

2
“Elimde olsa bu dünyanın amına koyardım.”  
Çarpık dişlerinin arasından sıyrılan bu tıslama bütün ovayı baştan sona doldurdu. Sırtında taşıdığı çuvaldan terli sırtına süzülen çürük domates suları, derisindeki kiri aralayarak beline doğru ilerlerken, kavruk ve kırışık yüzünü topraktan kaldırmadan domateslerin üzerinden geçerek, uzun adımlarla traktöre ulaştı. Sırtında taşıdığı yaklaşık elli kiloluk domates çuvalını traktörün kasasına fırlattı. Sabahtan beri iki ton domates geçmişti sırtından. Domates suları yüzünden sırtı kaşınıyordu. İğrenerek gökyüzüne baktı.
Saat iki güneşi kırpık saçlarının arasından beynine süzülürken sırtındaki gömleği kokladı. Yüzü acıyla ekşidi. Ter ve domates suyu kokusu ciğerlerini dağlamıştı. Üzerinde eski açık mavi gömlek ter, domates ve toprak yüzünden yer yer haki, yer yer kırmızıya çalıyordu. Güneş beynini çalkalıyordu ve bu saatlerin çalışmak için uygun olmadığını bildiğinden tarlanın ortasındaki armut ağacının altına gidip oturdu. Uzun zamandır sigara içmediğini hatırladı. Cebinden tabakasını çıkarıp ruhu kadar kara tütününe arap kağıdını doladı. Kağıdı yalayamayacak kadar kurumuştu ağzı. Ağaca astığı keçi kılı çuvaldan suyunu çıkarttı. Güneş ovanın her zerresine hunharca saldırırken, o boğazından aşağı boca etti suyu. Sigarasını itinayla sarıp ateşledi. İlk nefeste boğazına dikenli tel saplanmış gibi hissetti. Saçları keçe gibi olmuştu, teni abanoz kadar siyahtı, tırnaklarının kenarları soyulmuştu, güneş yüzünden bütün ova domates kokuyordu, nefes alınmayacak kadar nem vardı, günlerdir sadece ceviz ve ekmek yiyordu, bir kadına dokunmayalı yıllar olmuştu ve günlerdir bir insanla konuşmamıştı. Dedi ki kendi kendine;
 “ Ben ölsem kimsenin haberi olmaz. Eğer ölümüm bilinmeyecekse yaşamamın ne anlamı var ki?”
Dizlerini yere yapıştırıp kuru toprağa baktı. Avcunu kahverengi toprağın üzerinde gezdirdi. Sonra yerinden kalkıp torbasını alarak domateslerin arasından köyüne doğru yürümeye başladı. Geçerken ilk gördüğü domates çuvalına sağlam bir tekme savurdu. Çuval yere devrildi, domatesler döküldü.

3
Yürürken uzaklarda bir insan karartısı gördü. Korktu önce. Bir insanla konuşmayalı ne kadar olmuştu? Adı neydi? Bir insana ne denirdi? Sahi hala konuşabiliyor muydu? Sesinin tonu neye benziyordu? Küçük bir kıza mı yoksa daha çok bağıran bir yaban domuzuna mı? Adam ona doğru yaklaştıkça heyecanı arttı. Kalbi kaburga kemiklerini kıracak kadar sert çarpıyordu. Adam, üstündeki yırtık kumaş pantolonu, yıpranmış beyaz gömleğinin üzerinde düğmelenmişti. Kasketinin altındaki kemikli yüzüne elinde tuttuğu tırpanın gölgesi bir şerit halinde düşmüştü. Toprak yolda siyah ayakkabılarının üzerine sahra kumunu andıran bir sarılık örtülmüştü.
Adam karşısına gelince durdu. Dudaklarında gülümser gibi bir kasılma oluştu ya da o öyle sandı. Kalbi bir yarış atı gibi koşuyordu göğüs kafesinin içinde. Adam gerçek miydi? Gerçek olmasını istedi. O kadar çok istedi ki belki de bu yüzden gerçeğe dönüştü adam. Ve dudaklarından asla geri alamayacağı o sözler çıkıverdi:
“Göm beni!”
Bunu söylerken haddinden fazla bağırmıştı ki tırpanlı adamın irkilmesine sebep oldu. Tırpanlı adam bir süre yüzüne baktıktan sonra:
“ Hayır bunu yapamam. Bir adamı canlı canlı gömmek gerçekten benim yapabileceğim türden bir hareket değil. Hem bunu bir nevi intihar veya cinayet olarak algıladığımdan prensiplerim buna izin vermiyor. Hatta sizin bunu… “
“ İstediğin parayı veririm”
“ Peki öyleyse ne zaman gömelim?”
“ Bu gece!”

4
Gece yarısı ormanda buluştular. Tırpanlı, tırpanını bırakmamış ama yanında kazma ve kürek getirmeyi akıl edebilmişti. Adam kara tütünden sarıp içmeye başladığı sırada tırpanlı işe koyuldu. Adam sigarasını içerken meşe yapraklarının arasından su gibi süzülen ay ışığını izlemeye başladı. Işığı göğsüne doldurmak istedi. Tıpkı bir ateşböceği gibi! Yine konuştu kendi kendine ; “ Eğer ışığı doldurursam göğsüme, yeraltını aydınlığa boğabilirim belki. Bütün mezarsız ölüler aydınlığa kavuşur ve hatta belki ağaçların köküne ışık verebilirsem ağaçlar bile ışıl ışıl olur geceleri!” Sonra bu fikrinden vazgeçti. Yeryüzünde bir damla ışığa dokunamamışken yeraltını aydınlatmak saçma geldi. İkinci sigarasını sararken ağzından bir kelime dahi çıkmamış tırpanlı ışığı ve sessizliği ikiye bölen soruyu sordu:
“ Neden gömülmek istiyorsun?”
Adam kafasını kaldırmadan dinledi bu soruyu ve sigarasını savsaklamadan sarmaya devam etti. Sırtını yasladığı ağacın kabuğunu usulca ve çaktırmadan okşadı. Dudaklarında tebessümün çizgileri parlayıp söndü. Çakmağı bir çırpıda parlayıp karanlığın içinde bir deniz feneri gibi yandı. Sigarasını tüttürmeye başladı. Bir nefes asıldı içine sertçe. Geri üflerken göz ucuyla hala kazmasını sallamakta olan tırpanlı adamı inceledi. İstemeyerek de olsa, tırpanlının havada kalan sorusunu cevaplamak için güçlü bir nefes aldı.
“ Sen ne bok yaparsın ve bu hayatta neden yaşarsın bilmem ama ben akşama kadar yavşak bir adamın çürük domateslerini sırtımda taşımak için yaşıyorum. İster inan ister inanma ama günlerdir tonlarca domates sırtımdan geçti. Bir tanesini bile tuza banıp yemedim. Adem kadar kuralsız değilim. Pek çok insandan daha günahsızım ama yine de bu hayatta hiçbir şey geçmedi elime. Dağların arasında sıkışıp kaldım. Bir ovanın düzlüğünde tek başımayım günlerdir. Düşündüm. Senin aklının asla alamayacağı şeyleri bile düşündüm ben. Neden yaşıyorum ben? defalarca sordum bunu kendime. Cevap ne buldum dersin peki? Ölmek için. Günün birinde herkes gibi toprağın iki metre altına gömülmek için. “
Bunu söyledikten sonra kahkahalarla gülmeye başladı. O kadar çok güldü ki bir ara yere yığıldı. Tırpanlı kazmasını savurmaya devam ediyordu. Kendini toparlayınca sigarasından bir nefes daha çekip devam etti :
“ Dediğim gibi; herkes toprağın iki metre altına gömülmek için yaşıyor. Ben sadece gereksiz yere çile çekmemek için aradaki zamanı hızlandırıyorum. Sen de şu getirdiğim tahtaları üstüme dizeceksin. Tıpkı bir köprü gibi anladın mı? Boydan boya dizeceksin bunları. Şu boruyu da göğsümün hizasına denk gelecek bir şekilde dışarıya uzatacaksın. Ölmek istersem o borudan içeri, yani kalbime bir kurşun sıkacaksın. Öldüğümden emin olana kadar ateş etmeye devam et tamam mı? Eğer yarın güneş batana kadar senden beni öldürmeni istemezsem bas git. Arkana bile bakma. Al bu da paran. Bir günde kazanacağın paradan daha fazla ha ?”
Cebinden çıkarttığı tomarı adama doğru fırlattı. Adam el yordamına bulduğu desteyi karanlıkta zorlukla saydıktan sonra cebine indirdi. Tırpanlı tam kazmasını havaya kaldırdığı sırada bir anda durdu. Kazmasını yavaşça toprağa indirip kolunu kazmanın sapına dayadı. Yerde oturan adam artık sadece tırpanlının kafasını görüyordu. Tırpanlı sordu:
“ Her şey iyi güzel ama kendi üzerine mi işeyip sıçacaksın?” Adam bir an durakladıktan sonra kafasını yerden kaldırıp tırpanlıyı cevapladı.
“ Çocukken de böyle yapardım. Çok önemli değil.”
 Bir daha hiç konuşmadılar. Tırpanlı mezarı kazmayı bitirdi. Adam anadan üryan soyundu. Adam tırpanlıya sarıldı. Gördüğü son insanın neden bu kadar kemikli bir suratı olduğunu düşündü. Mezara girdi. Boylu boyunca uzandı. Ay hala gökyüzündeydi. Tahtalar yavaşça kapanırken ayın ışığını son kez içinde hissetti. Son tahta üzerine konulduğunda artık nihai karanlığa aitti sadece. Üzülmedi.

5
Adam nemli ve soğuk toprağa boylu boyunca uzanmıştı. Ay ışığı borudan girip sol meme ucunu aydınlatıyordu. Bacaklarını bükemeyecek kadar dardı mezar. Elleriyle mezarın duvarlarını yokladı. Birkaç kılcal köke dokunduğunu anladı. Bu köklerin ucunda bir ağaç, bir hayat vardı. Yeryüzünde hala yaşayabilen insanlar vardı. Yeryüzünde zaten herkese ve her şeye hayat vardı ama adam için domatesten başka hiçbir şey yoktu. Mezarda iki melek gelip sorguya çekecekti onu ama önce bir meleğin gelip ruhunu teslim alması gerekiyordu. Bekleyecekti. Zaten beklemekten başka ne yapabilirdi? Bir insan beklemekten başka ne işe yarardı ki? Eklemlerinin ağrıdığını hissederek uyudu.
Uyandığında kafasını gayriihtiyari kaldırıp tahtalara vurdu. Bütün kasları ağrımıştı. Kıpırdanmak, dizlerini bükmek istedi ama yapamadı. Mezar çok dardı. Çişinin geldiğini hissetti. Kendi üzerine işedi. Borudan başka bir yerden hava girmediği için içerisi oldukça sıcaktı. Mezarı keskin bir sidik kokusu kapladı. Borudan giren ışık güneşin doğduğunu gösteriyordu. Keşke yeraltını aydınlatabilecek gücü olsaydı… Susadığını, boğazının kuruduğunu, uyuştuğunu hissetti. Tırpanlıya seslenmeyi geçirdi içinden ama yapmadı. Başı ağrıyordu. Bacaklarının üzerinde gezinen böceklerin olduğunu hissetti. Vücudunda gezinen onlarca sülüğü fark etmesi içinse bir süre daha geçmesi gerekti. Tırpanlıya seslenmeyi tekrar düşündü ama yapmadı. Ağlamaya başladı. Hüngür hüngür haykırarak ağlamaya başladı. Suratında gezinen karıncalar yüzünün ıslak yerlerine yapışıp debelenmeye başladılar. Yüzü kaşınıyordu ama ellerini kıpırdatacak kadar alan yoktu. Bedenini ısıran çıyanlara karşılık veremiyordu. Onlarca böcek taze ete olan hasretini gidermek için toplanmış kardeşçe bir ziyafet çekiyorlardı. Bedeninin yüzlerce böcek birden ısırıyordu. İçeride hava azalmaya devam ediyordu. Boncuk boncuk terlediği için daha çok susadı ama adama seslenmeyi reddediyordu. “Şu meleklerin sorgu odası umarım burdan daha geniştir.” dedi ağlarken. Isırılmaya alıştı daha sonra. Ağlamayı da bıraktı. Bir kere daha işedi kendi üzerine. Bacaklarını hissetmiyordu artık. Binlerce böceğin zehri hücrelerinde gezinirken canı sigara istedi. En çokta buna üzüldü. Sigara içemeyecekti artık. Tırpanlıya seslenmek için az daha beklemeye karar verdi. Acı çekmenin karşı konulamaz yüksekliğini yaşıyordu her insan gibi. İnsan acı çekmeyi seviyordu. Daha, daha, daha, daha yüksek acının insana erdem katacağını düşünüyordu. O da yılanların teninde gezinmesine, suratında sülüklerin yürümesine izin verdi. Bir kez daha ağlama krizine girdi. Kafasını tahtaya vuruyordu artık. Alnında genişçe bir yara oluştu ve alnının hizasındaki tahta kana bulandı. Ama o bu kanı asla görmeyecekti.

6
Tırpanlı, adamın mezarının üzerine uzanıp bol bol sigara tüttürdü bütün gece. Güneş doğduğunda ise elinde av tüfeğiyle kulağını boruya yaklaştırıp bütün gün adamın sesini duymayı bekledi. Ama yalnızca kesik hıçkırışlar geliyordu kulağına. Sıcakta beklemek onun canını sıktı ama görevini yerine getirecekti. Akşamı hayal etti bütün gün. Güneşin batışını izlemekten keyif aldı ve canı karısını istedi. Hava karardığında tüfeği, kazmasını, küreğini, tırpanını ve adamın giysilerini alıp, aklında karısının dolgun göğüsleriyle arkasını dönüp gitti.

7
Adam mezarın içinde ağlarken zamanı kavrayamadı. Gece olduğunu bilmiyordu. Acı çekmeye tahammülü kalmamıştı. Sonunda kendini tutamayıp olanca gücüyle bağırdı:
“Beni vur!”
Defalarca tekrarladı bunu.” Beni vur! Beni vur! Beni vur! Beni vur!” Ama tırpanlı asla bunu duymayacaktı. Gözyaşları içinde, vücudunda binlerce böcekle beraber tekrarladı. “Beni vur! Beni vur! Beni vur! Beni vur!” Ama tırpanlı o bunları haykırırken onu duyamazdı çünkü dudaklarını karısın göğsüne gömmüştü. Adam tekrar bağırmaya başladı. “Beni vur! Beni vur! Beni vur! Beni vur!” Toprağın altında kimse yoktu ve ışıklar çoktan kapanmıştı. Kimsenin dinlemediği ama herkesin fark etmeden söylediği bir şarkıydı onun son sözleri:
“ Domatesleri çok seviyorum!”

8

Ruhlar vardı ama içine girilecek bir beden yoktu. Ateş vardı ama yangın çıkmadı. Sular var ama asla sele dönüşmedi. Bir deniz var ama okyanus değil. Yarışlar var fakat son ayak henüz koşulmadı. Çarpışıyoruz ama bir raunt daha var dövüşülmesi gereken. Çok sarhoş insanoğlu fakat yine de hala içilecek şaraplar mahzenlerde saklanıyor. Çok toprağa bastım ama daha öpülecek coğrafyalar var. Yani  her şey biraz tamam ama her şey biraz da eksik. Ve ben, bir dağ kulübesinde Tanrı’dan çok güzel masallar dinliyorum.


                                                                                 Onur Tuncay 
                                                                                     Gültepe