hayatta başınıza gelen
en güzel şey olabilir.”
Walt Disney
Geçen cuma
Ayhan beni aradığında hayatımın en uzun telefon görüşmesini yaptım. Baktığımda
çok uzun bir konuşma değildi ama ben zaten hiç sohbet insanı olmadım. Annem
babamdan ayrıldığından beri bayram tatillerini yanımda geçirmek için geldiğinde
bile iki günden fazla duramaz. Bahanesi yatağını özlemektir ama benden
sıkıldığını hissederim. Üniversitede tanışıp ayrıldığım son kız arkadaşım benim
için; gözleri ve jestleri olan kısık sesli bir telesekreter
mesajı, demişti. Telesekreter mesajı. Kız Slav Dilleri okuyordu. Benzetmeden
anlaşılacağı gibi yazı çiziden anlardı, ben pek anlamam. O yüzden şu uzun
süredir beni aramayan Ayhan ile aramızda geçen telefon konuşmasını aynen
aktarmaya çalışacağım. O akşam eve kapanmış mali danışmanlığını yaptığım
bir ağız bakım ürünleri firmasının vergi konusundaki hırsızlığına yasal bir
kulp aramakla meşguldüm. Migren ağrısı mideme vurunca biraz regü içip, serin
ekim akşamı içeri dolsun diye camı aralamıştım ki telefonum çaldı.
“Efendim?”
“Sarımsak
yemekten korkan dostumla mı görüşüyorum?”
“Efendim?”
dedim. Cümleyi kuran adam ne kadar tanıdıksa, ses o kadar uzaktı.
“Dostum
nasılsın?”
“İyi… Sen, siz
nasılsınız?”
“Hadi canım,
beni tanımadın değil mi?”
“Yok, tam
çıkaramadım.”
“Nisan’da
İzmir’deki motivasyon gecesinde kimi sırtında taşıdın?”
“Seni mi?”
“Ben…”
“Ayhan.”
“Sapına
kadar.”
“Ha evet, kusura
bakma çalışıyordum, dalgınım biraz. Hayrola İstanbul’a mı geldin?”
“Hayır
gelmedim. Sen iş yerinde misin?”
“Hayır,
evdeyim.”
“İyi
tutturmuşum.”
“Eee
nasılsın?”
“İyiyim.
Yatağa serilip dışarıyı izliyordum. Sonra seni aradım. Burada şu an yağmur yağıyor.”
“Hmm,
güzelmiş harbiden.”
“Hasiktir.
Neresi güzel? Bizim yaşlarda millet böyle yapmaz.”
“Yani?”
“Camda
korkuluk gibi dikilmememiz yani. Tam karşımda televizyon izlerken kavanozdan Çukella
yiyen bir teyze var. Arada bir camın aralığından beni kesiyor. Sen ne işiyle
uğraşıyorsun?”
“Vergi
tasnifi. Şubelerden birine performans testi yaptık, onun sonuçlarına bakıyordum.”
“Şimdilerde
yeni yalan bu mu?”
“Ne
yalanı?”
“Porno
izliyorum dememek için uydurduğun yalan.”
“Hayır,
porno izlesem bu konuşmayı yapmazdık.”
“Bak
bu bayadır kafamı kurcalıyor. Sen harbi herifsin, sana sorabilirim. Sorabilir
miyim?”
“Sor
bakalım.”
“Porno
izliyorsun.”
“Hmm.”
“Misal
diyoruz… Aynı deminki gibi porno izliyorsun ve telefon çalıyor.”
“Porno
izlemiyordum Ayhan.”
“Tabii
ki izlemiyordun, o yüzden misal dedim. Misal, maval, farazi, örnek… anladığını
biliyorum. Açmışsın filmi, şöyle kallavi bir şey, ne biliyim: Konulu,
teslimatçılı, erotik soslu bir şey. İskandinav hatunlar, kaslı herifler, cüceler
gırla…”
“Vay
canına.”
“Tabii…
Bir yandan da iş üstündesin. Volkanın patlamasına daha var ama ısınmışsın,
duman püskürtüyorsun. Bütün o artçı depremler filan yerinde… İşte tam o sırada,
tam o nazik an telefonun çalıyor. Zırrr Zırrr… Büyük patlamaya daha vakit
olduğundan, bakayım şu telefona diyorsun ve bir bakıyorsun…”
“Evet
bakıyorum.”
“Onu
soruyorum işte. Kimin araması lazım ki işi yarıda bırakıp o telefona bakarsın?”
“Bu
biraz, bilmiyorum… Arkadaşlarıma açmam sanırım, sonra geri dönebilirim. Kart
ödemesi, şu bu için de açmasam olur. Hmm, belki annem…”
“Annen
mi?”
“Arayan
annem ise…”
“Annene
de açmazsın.”
“Neden,
yalnız yaşıyor, uzakta hem. Ben açabilirim.”
“Tam
o olayın üstüne annenle, hiçbir şey yokmuş gibi muhabbet mi edeceksin? Şeyin
epilepsi krizi geçirmiş hesabı sağa sola kendini atarken…”
“Yok…
Hayır. Haklısın, şimdi düşününce… Olmaz. Ha bak, şube müdürüme açabilirim.
Açmak zorundayım.”
“Anladım.
Ne dersen de çok üzücü lan aslında. Durum nazik olsa da seni doğuran kadın
yerine seni kadın gibi kullanan adamın telefonunu açmak zorunda hissetmen.”
“Cevaba
sen kaşındın. Başka kanıtlamak istediğin teori var mı?”
“Aradığımda
çavuşu tokatlamıyordun değil mi?”
“Hayır,
Ayhan.”
“Kusura
bakma. Son kez sesimi duyan insanı öyle yarıda kesmek istemem.”
“Son
kez derken?”
“Bundan
sonra bir daha telefonla konuşabileceğimi sanmıyorum kardeşim. Onu kastettim.”
“Neden?”
“Çok
soru soruyorsun diyeceğim ama telefonun sıkıntısı bu. Diyalog iletişimi
yöntemler içinde en ilkel olanı. Reçeteli ilaçlarımdan dört günlük istihkakı
yuttum. Bir daha konuşacak durumda olacağımı sanmıyorum... Ya öyle işte…
Tanıyabileceğin en ölü adamla konuşuyorsun.”
“Ayhan.”
“Senin
bu faslı geçelim moruk, valla. Yapacağın hiçbir şey yok yani. Kıçını yırtsan en
fazla ambulans aramayı denersin. Sen boş ver takılalım böyle; muhabbet
ediyoruz.”
“Ayhan.”
“Efendim
dostum.”
“Ben
böyle konuşamam… Seninle.”
“Neden?”
“Ambulansı
ar…”
“Hayır
aramıyorsun. Bana iyilik etme mecburiyetinde bıraktım seni, özür dilemeyeceğim
çünkü ölüyorum. O kadar giderimiz olsun değil mi? Kimseyi aramıyorsun. Beni
dinliyorsun, bütün mevzu başlamadan kapatacağım zaten.”
“Ayhan…”
“Hiç
nefes aldırmayacaksın değil mi? Belki sana ölmeden önce kıt kanaat geçinen bir
ruhun son nefesini anlatacağım. Belki bol kara komedili, acılı askerlik anım
var. Ben Kırkağaç ve Bosna’da askerlik yaptım. Hiç duymadığın şeyler
anlatabilirim. Ama sen bir de hakiki yaşamda olmayan nadir şanslardan olan
monologumu kesiyorsun… Belki denizciyken eşcinsel olmaya karar veren-zorlanan
dayımı anlatacaktım. Böyle heyecanlı öyküler dinlememiş olabilirsin…”
“AYHAN!”
“Dinliyorum.”
“Biraz
sakin ol.”
Ayhan
plasenta içindeki sıvıyı kustuğundan beri ilk kez bu kadar derin bir nefes
almıştır herhalde. Sonra bir tane daha. Kafatasından mağaranın cereyanı gibi inildedi.
“Ayhan
biraz sakin ol,” diye tekrarlayıp telefonu kapattım.
Otuz
saniye boyunca tekrar çalacağından emin, işime odaklanmadım. İki dakikayı
geçince aramayacağından emin oldum. İradesini takdir etmek içimden gelmese de,
dirençli gururuna sevinmedim desem yalan olur. Ertesi sabah, beyaz gömleğimden
pastırma lekesini çıkarmak için uğraşarak başladığım cumartesi, raporların sunumuyla akşama alıp yürüdü. Eve dönüp elektronik postalarımı okurken aklıma Ayhan geldi. Haberlere
bakınınca dikkat çekici bir şey göremedim. Sonra hassas bir tüy dökücü ararken
ölüm ilanları dikkatimi çekti. Ayhan S….. – Bornova/İZMİR, yazı kızıl ve italikti. Altta ilanla ilişik bir link vardı, tıkladım. Ayhan’ın gece yarısına
yakın bir vakit, kortizon inhibitörünün metal kapsülünü yutma sonucu nefessiz
kalınca solunum yolunu dışarıdan açmak için tırnaklarıyla boğazını yırtarken
öldüğü yazıyordu. Haberin devamında astım hastalarına kapsüllerle dikkatli
olmaları konusunda bir de uyarı eklenmişti.
Haberin
beni etkileyip etkilemediğini düşündüm. Etkilememişti. Ayhan’ın başına gelen
aklımdan geçince, o konu haberden biraz daha koyuydu ancak bulandırmanın
gereğini bile görmedim. İntiharında bir zeka parıltısı bırakmak istemiş onu da
nefsiyle bok etmişti.
Akşam
serinliği için penceremi açtım.
İşleri
22.00’dan önce toparlayabilirsem annemi aramaya karar verip bilgisayarın başına
döndüm.
2014
Tolga Aydın
TUZLA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder