Kara,
soğuk bir gün, kara soğuk ülkede böyle başlar:
Diğer
yeni günler gibi soğuk bir güneşle yükselir. Beyazlar içindeki hanım
karanlıklar içinde dilini bilmediği buruşuk bedenlerin olduğu mahzene gelir.
Dudakları kırmızı rujla parlaktır. Rujun altında kan kırmızı kırışık etli
dudaklar hep beyaz iki dişi gösterecek kadar gülümser. Omuru şemsiye sapı gibi
eğrilmiş, siyahlar içindeki cüce hademesini hep rahatsız eder bu gülüş.
Buruşuk
derili ufak bedenleri iri elleriyle evirip çevirir. Bedenlerin kafaları elinde
o kadar ufak ki, sabah yemekten hoşlandığı çekirdekli kara ekmeği ikiye böler
gibi onları titrek boyunlarından ayırabilir ama çok düşünmez. İki dişli gülüşünü
suratına tekrar giyer. Soğukla, acı
alkol kokan yarı karanlık koridorlarda, kulaklara sıcak yağ gibi dolan yumuşak
bir müzik yankılanmaktadır.
Beyazlı
Hanım dişsiz hademesine odayı biraz ısıtmasını söyler. Adam uzun çelik kolları
yukarı çevirir, aşağılarda bir kazan gürülder. Sıcağın önce sesi mahzene
ulaşmıştır. Ufak bedenler mucizevi görünen kıpırtılarla Beyazlı Hanım’ın
varlığına cevap verir. Kiminin gözleri açık ve sessiz, kimi ağlıyor. Büyük
ellerin dokunuşunu beklerler.
Beyazlı
Hanım gülüşünü yüzünden indirmeden, hademenin hırıltılı nefesi ve koridordan
gelen müziğin mırıltısıyla sıradan cam tabutları izlemektedir. Bir diğer
buruşuk, yumuşak bedeni ellerinde çevirmek için yavaşça ilerler.
Kara
ülkede sıradan bir hastane.
Doğum
bölümü.
Beyazlı
Hanım gülümser.
Beyazlı
Hanım burada bu gülüşü her gün yeniden kazanır.
Tolga Aydın
Ekim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder