Yaşlı,
kötü kalpli Kurt 23 Mart Çarşamba sabahı öldü. Özel bir gün değildi. Ne yaz
hasadı kutlanıyordu, ne ülker fırtınasının son günüydü, ne de kutsal bir gün.
Yağmur bile yağmadı. Kara Orman’da ulu bir ağacın gölgesine çekildi ve kasları
gerilirken ulumadan, sessizce nefesi bedeninden süzüldü. Ertesi gün cenazesini
defnetmek için toplanan kısır kalabalığın içinde kırmızı başlıklı kız da vardı.
Vlad Tepes
genzini temizleyip beyaz kefene sarılmış kemikli bedeni defnetmeden önce bir
şeyler söylemek istedi: “Ah
onurlu ölünün yüce dostu İsa efendimiz, onu Aziz Peter’in kapısına taşırken
bütün acılarından azad eyle ve… Ah, üzgünüm uzun zamandır bu tip şeylerle
uğraşmadım. En son gittiğim cenaze asırlar önce Edirne’deydi ve ağlamaktan
konuşmamı tamamlayamamıştım. Eh, başka konuşmak isteyen var mı?”
Küçük
Kara Balık uzun trençkotunun cebinden çıkardığı sigarayı yakmak dışında bir şey
yapmadı. Kulaklarını üzerinden sarı yüzgeçlerini geriden bağlamış ve büyük
siyah bir gözlük takmıştı.
“Kimseyi
dinen gücendirmek istemem… Yine de şu yüce babamız İsa saçmalıklarını
bitirdiysen zavallı yaratığı gömelim de bitsin. Hava çok soğuk ve yaşayanlar
için hala hasta olmama umudu var. Fazlaca kış görmüş, zalim aptalın tekiydi,
üzerine biraz toprak örtün ve bir daha çıkmayacağını umalım.”
Minik
esinti kilise faresi kadar yoksul görünen eski mezarlığın mermerleri arasında
uğuldadı. Topluluğun içinde gerginliği gösteren o zayıf fısıltı dolandı. Biri
en sonunda konuştuğunda herkesin konuşmasını beklediği son kişiydi: “Ben onun
Müslümanlığı seçtiğini duymuştum belki yeni inancına uygun bir tören
yapmalıyız. Aranızda gerçekten neye inandığını bilen var mı?” Alışılanın aksine
giydiği bordo pelerinin başlığını geri attı. Çilleri solmaya başlamış genç,
kızıl saçlı bir kızdı. Öyle acı bir güzelliği yoktu ama güzeldi işte. Kurnaz
Tilki beyaz uçlu kulaklarını oynatarak ekşi ekşi güldü.
“Saçmalama
kızıl kafa, o pagandı diğer orman ahalisi gibi, hem ne önemi var? Size onunla
ilgili bir öykü anlatayım: Yunanistan’ın doğusunda bir ada sahilinde yıkanan güzel
sesli Erato’yu şiirler okurken iki gün boyunca izledi. Sonra kızı çenesiyle
boğup mideye indirdi. Yemeden önce de neler yaptığını tanrılar bilir. Gömün
yaşlı pisliği ve bırakın öteki tarafta tanrısı kimse onu o alsın cehennemine
koysun. Ben böyle zamanlarda artık bildiğim duaları da hatırlayamıyorum. Kürküme
tutunmuş pireler bile dondu. Burası esiyor.”
“Bu
ne kötü bir uğurlama! Sakın ben öldükten sonra bir Hıristiyan olduğumu
unutmayın beni bir Hıristiyan gibi gömün. Tabii kalbimde bir kazıkla gerçekten öldüğümden emin olarak,” dedi Vlad Tepes, uçları kanlı ve kıvrık yaralı parmaklarını efkarla izlerken.
“Aforoz
edilmiş bir Hıristiyan,” diye alay etti, Tinkerbell. İnce kanatları hafifçe
süzülürken görünmüyorlardı.
Kırmızı
başlıklı kızın omzuna kondu. Minik parmağıyla kızın ince telli saçlarından bir
bukle yaptı. “Onun için iyi şeyler hissetmezsen anlarım hayatım, biri beni
bütün olarak yutsaydı bende aynını hissederdim. İstersen bu konuşma işini
bitirebiliriz,” dedi.
Yaşlı
Tilki gülümsedi. “Seni bir hamlede yiyip kusabilirim güzel şey ve beraber
uyuyacağımız şafağa dek buna devam ederim. Gecenin hepsi bizim olur, okuyacağım
türkülerdeki ses ise senin.”
Tinkerbell
kızgın doğasının aksine mutluymuş gibi göründü. “Seni yaşlı şeker kamışı
eminim, kötü bir tadın yoktur. Üstüne alınma ama ben hayvanlardan nefret
ederim.”
Yaşlı
Tilki kuyruğunu sallamakla yetindi.
“…
Aslında yıllardır kimseyle sevişmedim. Bunun cidden ne kadar zor olduğunu
bilemezsiniz. Yani sevgiyle diyorum, bir ağaç dalına sürtünmek gibi değil, kalbini
elinde tutan kişiyle. Şehvet o zaman asla yalnızca çiftleşmek olmaz. Nasıl
ifade edebilirim? Birinin sadece ellerini düşünüp mutlu olmayı özledim. En çok
sevdiklerimiz için seçme şansımız olmaması ne kaba bir talihsizlik…”
Kırmızı
başlıklı kız konuşmasına devam edemeyen periyi avucunun ayasına oturttu ve
nazikçe kanatlarını okşadı.
Küçük
Kara Balık ufak kılıcının kabzasıyla oynarmış gibi yaparken konuştu: “Gerçekten
kimsenin kalbini kırmak istemem beni bilirsiniz ancak bir cenazede olduğumuzu
hatırlatmak isterim. Yani aşk ve aşk yapmak güzel konular lakin konumuz ölüm ve
ölüler olmalı. Bence tabii, kimseyi kırmak istemem ama hepimiz şu an azgın bir
perinin gece güncesini dinliyoruz.”
Vlad
derinden bir iç çekti.
“Ölüm’ün
konuşulmaya ihtiyacı olmaz küçük kara kardeşim. O her yerde. O şu an Rize’de
bebeklere Dada denilen köyün sağlık ocağında kıyımda. O Paris’te üretilecek
parfümler için insan yağı toplayan bir çetenin kabile katliamında, Kırım
sahilinde anevrizma geçiren milyarderin yatında, milyonlarca ışık yılı uzakta
zamanın bizim için akmadığı bir galakside biricik güneşleri sönen gezegenin
ağıtlarını dinliyor. Şu tabutun içindeki mahluk için ölüm yok artık.”
Bütün
ahali bakışlarını en sonunda kırmızı başlıklı kıza çevirdi. Kız küreğe uzanıp
biraz toprak aldı.
“Sen ninemi yedin yaşlı kurt. Sonra onun giysilerine bürünüp beni yemek için
bekledin ve ben soyunup senin yanına girdim. Sıcaklığın hoştu, nefesin ıtır ve
yaşlı kadın koksa da nazik bir aşıktın…”
Tilki
sessizce hırladı: “Aha kusacağım.”
“…Yok, yani öyle değil. Onun büyükannemi yediğini bilmiyordum yalnızca büyükannem
olmadığını anlamıştım ve ona dokunmak hoştu… Bazen ne düşündüğümü bilmiyorum.
Bulimik olmamdan ya da pek düşünmememden kaynaklanabilir. Sonra olanları
biliyorsunuz beni yuttu, ormancının gelişi, tüm o liposuction işleri falan
filan. Hepimiz sevdiğimiz insanların hayatından o kadar çabuk geçip gidiyoruz
ki, her zaman yalnızca acı ve katılaşmış deriler bırakmanın âlemi yok. Bazen
kötü bir olayda bile ufak, iyi bir yan görmek istiyorum. En nihayetinde küçük
kızları kandıran aptal yaşlı bir kurttun ama seni affediyorum. Seni affetme
hakkına sahibim sanırım evet, seni affediyorum.”
Toprağı
çukura boca etti.
Tinkerbell,
Vlad ve Kurnaz Tilki’de ona yardım ettiler. Küçük Kara Balık yalnızca dua
okudu.
Ufak
tepecik kısa sürede oluştu.
“Bu
yeterli sanırım, güzel konuşmaydı hanımefendi. Affetmek benim kültürümde
önemlidir; iyi bir şeyi kabul etmek daha da önemli tabii,” dedi Küçük Kara
Balık.
Kurnaz tilki heyecanla lafa atladı.
“Evet
önemlidir. Size bununla ilgili bir öykü anlatabilirim: Bir gün o kadar çok çam
balı yemiştim ki kalın bağırsağım içeride midemin sonuna yapışmıştı her
osurduğumda insanlar bana ‘afiyet olsun’ diyor ve yemeği beğendiğimi göstermek
için geğirdiğimde de kokudan bayılıyorlardı…”
“Bu
bir öykü değil yaşlı sefil seni.” Tinkerbell şimdi süzülmek yerine yürüyordu.
“Yalnızca
cenazelerde bir araya gelmemiz ne kötü,” dedi Vlad. “Bence bir piknik
tertipleyebiliriz ya da yazın toplanıp Saroz’a denize gidelim, orada bir
arkadaşım var. Bir evi var otel parasından yırtabiliriz adı Tukan mıydı?
Tolsun? Ah yok, Tomruk, evet ismi buydu…”
Kırmızı
başlıklı kız hepsine gülümsedi. “Cidden
bir araya gelmeliyiz ama önce uyumak istiyorum. Dört gecedir kahveme amfetamin
atıyorum ve her uyumak istediğimde çıplak bir Hindu prensesini tulum çalarken
görüyorum.”
Tinkerbell sigarasını yakarken, "biz nasıl bu hale geldik?” dedi.
Sonra
beraber Gölbaşına gidip çekirdekli simitle çay içtiler. Hava ne hissedeceğini
bilmeyen yedi yaşında bir kız misali sabah pusluyken öğlen çayında güneş
açmıştı.
Sonra
yağmurlu bir perşembe günü olarak son buldu.
Tolga Aydın
Çorlu 2012
Aralık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder