10 Kasım 2013 Pazar

“Işık tasavvur edebilir mi gölgeyi?”

Duvara çarptım. Öğrendim ki duvar çarptığında darmaduman edermiş kafatasını. Ateşin sıcak olduğunu öğrendiğim anı asla unutmayacağım. Çünkü o anda bir avuç kor tutuyordum elimde. Buzun soğuk olduğunu kutuplarda çırılçıplak foklarla yüzerken öğrendim. “Işık tasavvur edebilir mi gölgeyi?” diyordu Sartre. Bunu sordum kendime. “Evet!” dedim. Çünkü avucumda kor tutarken serin nehirleri hayal etmiştim; en az Kuzey Denizi’nde yüzerken şömineli dağ evlerini hayal ettiğim kadar. Tarlada gezinirken salatalıkların yanında gördüğüm tosbağayı ters çevirdim, salatalıklarımızı kemirmesin diye. Ertesi gün tarlaya gittiğimde tosbağayı ölü buldum. Eğer kaplumbağayı ters çevirirseniz düzelemez, ölür. Bunu da deneyerek öğrenmiş oldum. Vicdan azabını tattım salatalıkların arasında. O günden sonra hiç salatalık yemedim. Ta ki, ilk rakı içtiğim güne kadar. Henüz sigaraya yeni başlamış on beşinde sakalsız bir yeni yetmeydim çatalları kirli meyhanede rakının yanında cacığın iyi gittiğini keşfettiğim gün. Pahalı bir kafede reddedilmiştim, tütün içiyordum, dönerciden patates kızartması çalmıştım ve evde kömür yoktu. Tosbağaya hak verdim çalıştığım kahvedeki ocağın dibinde uyuklarken. Kural buydu: bir şeyler ters gitmeye başladığında asla düzelmez!  Mutluluğun ve acının birbirinden ne kadar ince bir hatla ayrıldığını, gündüz sevdiği kızın nehir gibi ellerini tuttuğu okul bahçesinde aynı günün gecesi tombul şişe bira içenler bilir. Geceler nasıl da bordo olur sevdiğin kızın çıplak ayaklarının halıya bastığı anı düşündükçe. Şaraplaşır her şey. Şarabın dahi şaraplaştığı gecelerden geçtim. Kaç kere haykırdım yalın ayak yuvarlanırken çiğli otların üzerinde; “Seni  aradım kadehlerdeki dudak izlerinde!”.   Kırmızı suratlı insanlarla içtim ıssız tepelerin ayazında. Öğrendim ki: yalnız acıları vardır yaralanan adamların. Durmadan göğe bakarlar acılarını uzay boşluğuna sığdırabilmek için. Bir kaplumbağanın göğü gördüğünde öleceğini sezmesi gibi kıpırdamadan ay çiçeklerinin arasında yıldızları seyrederler. Durup yalnızca sigara içerler ama duvarlar gelip onlara çarpar uyurken köstebekler. Kafaları kabuk bağlar, koza olurlar ipek uğrunda öleceğini bilen böcek gibi. Avuçlarında tutarlar kafataslarını ve durmadan tütün içerler. Mezarlıklar en ulu yerleridir yeryüzünün. Çünkü acının acıyla dinmediğini en iyi ölüler anlar.

Biraz Hiroşima’yım şimdi, bombalanmış. Biraz İsa’yım artık, gammazlanmış. Biraz Latince’yim sanki, unutulmuş. Biraz gladyatörüm belki, arenada yenilmiş.


Ve eğer bir buğday olsaydım ben, un olmak isterdim değirmenlerde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder