Duvara çarptım. Öğrendim ki duvar çarptığında darmaduman
edermiş kafatasını. Ateşin sıcak olduğunu öğrendiğim anı asla unutmayacağım.
Çünkü o anda bir avuç kor tutuyordum elimde. Buzun soğuk olduğunu kutuplarda
çırılçıplak foklarla yüzerken öğrendim. “Işık tasavvur edebilir mi gölgeyi?”
diyordu Sartre. Bunu sordum kendime. “Evet!” dedim. Çünkü avucumda kor tutarken
serin nehirleri hayal etmiştim; en az Kuzey Denizi’nde yüzerken şömineli dağ
evlerini hayal ettiğim kadar. Tarlada gezinirken salatalıkların yanında
gördüğüm tosbağayı ters çevirdim, salatalıklarımızı kemirmesin diye. Ertesi gün
tarlaya gittiğimde tosbağayı ölü buldum. Eğer kaplumbağayı ters çevirirseniz
düzelemez, ölür. Bunu da deneyerek öğrenmiş oldum. Vicdan azabını tattım
salatalıkların arasında. O günden sonra hiç salatalık yemedim. Ta ki, ilk rakı
içtiğim güne kadar. Henüz sigaraya yeni başlamış on beşinde sakalsız bir yeni
yetmeydim çatalları kirli meyhanede rakının yanında cacığın iyi gittiğini
keşfettiğim gün. Pahalı bir kafede reddedilmiştim, tütün içiyordum, dönerciden
patates kızartması çalmıştım ve evde kömür yoktu. Tosbağaya hak verdim
çalıştığım kahvedeki ocağın dibinde uyuklarken. Kural buydu: bir şeyler ters
gitmeye başladığında asla düzelmez! Mutluluğun
ve acının birbirinden ne kadar ince bir hatla ayrıldığını, gündüz sevdiği kızın
nehir gibi ellerini tuttuğu okul bahçesinde aynı günün gecesi tombul şişe bira
içenler bilir. Geceler nasıl da bordo olur sevdiğin kızın çıplak ayaklarının
halıya bastığı anı düşündükçe. Şaraplaşır her şey. Şarabın dahi şaraplaştığı
gecelerden geçtim. Kaç kere haykırdım yalın ayak yuvarlanırken çiğli otların
üzerinde; “Seni aradım kadehlerdeki
dudak izlerinde!”. Kırmızı suratlı insanlarla içtim ıssız
tepelerin ayazında. Öğrendim ki: yalnız acıları vardır yaralanan adamların.
Durmadan göğe bakarlar acılarını uzay boşluğuna sığdırabilmek için. Bir
kaplumbağanın göğü gördüğünde öleceğini sezmesi gibi kıpırdamadan ay
çiçeklerinin arasında yıldızları seyrederler. Durup yalnızca sigara içerler ama
duvarlar gelip onlara çarpar uyurken köstebekler. Kafaları kabuk bağlar, koza
olurlar ipek uğrunda öleceğini bilen böcek gibi. Avuçlarında tutarlar
kafataslarını ve durmadan tütün içerler. Mezarlıklar en ulu yerleridir
yeryüzünün. Çünkü acının acıyla dinmediğini en iyi ölüler anlar.
Biraz Hiroşima’yım
şimdi, bombalanmış. Biraz İsa’yım artık, gammazlanmış. Biraz Latince’yim sanki,
unutulmuş. Biraz gladyatörüm belki, arenada yenilmiş.
Ve eğer bir buğday olsaydım ben, un olmak isterdim
değirmenlerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder