25 Ağustos 2013 Pazar

Büyük Şef Kabileyi Parçaladı


                Dedemin kerpiç evinin kapısını çalmadan açtı babam. Ben, annem, iki abim, yengem ve yeğenim ayakkabılarımızı çıkartarak babamın portakal kabuğunu andıran sinirli suratını takip ettik. Eve adımımı attığım anda yüzüme çarpan inek, süt ve hacı misi kokusu midemi bulandırmaya yetti. Koridoru bayramlıklarımız buruşturmamak için ağır adımlarla geçtik. Babam salonun kapısına geldiğinde durdu. Anneme doğru bakıp yüzüne eğreti bir gülümseme taktı. Portakal kabuğunu andıran suratındaki krater benzeri lekeler gerildi. “ Bu adam gülünce daha çirkin oluyor” diye geçirdim içimden. Bunu duysa ağzımı burnumu kırardı ama içimden söylediğim için duymadı. Portakal suratlı babam eskimiş takım elbisesini sürükleyerek kapıdan içeri girdi. Sırayla annem, abim, yengem, yeğenim, küçük abim ve ben  babamı takip ettik. Olmak istediğim son yerdeydim.  

                Salonda bütün ebeveynlerim beni bekliyormuş gibi yüzüme baktılar. Gözlerin üzerimde olması beni utandırıyordu. Bu iğrenç anı dağıtmak için aceleyle dedemin yanına gidip bayramlaşmaya başladım. Hiyerarşiye uyarak el öpme merasimini tamamladım. Koltuklar insanla doluydu. Ayrıca halıda ve şiltelerde bir sürü insan oturuyordu. Bayramın ilk günü olduğu için bütün aile dedemin evine doluşmuştu. Yüzünü ilk defa gördüğüm insanlara gülümsemek zorunda olmanın verdiği tiksinti, yapılan iğrenç esprilere gülme zorunluluğuyla yarışıyordu. Kendime oturacak doğru düzgün bir yer bulamadığım için dedemin yaz-kış yanan teneke sobasının önüne oturdum. “ Dedem sanırım cehenneme rakip olmaya çalışıyor” diye düşündüm. Sobanın sac gövdesinin rengi kırmızıya dönmüştü. Sürekli birileri gelip odun atıyordu sobaya. Okulumun nasıl olduğunu soranlar cevap vermekten yorulmuştum. Deli gibi yanan bir sobanın olduğu küçücük odaya bu kadar insanın tıkışmış olmasıyla odadaki oksijen de her dakika azalıyordu. Kimse birbirini duyamıyordu. Bu yüzden herkes bağırmak zorundaydı. Muhteşem bir gürültü, buğulu camlar, tükenen oksijen, sıcak, inek ve süt kokusu, dedemin sürdüğü hacı misi kokusu, tanımadığım kuzenlerimle diyalog kurma çabam ve yaklaşık kırk kişinin elini öpmüş olmamın verdiği baş dönmesi yüzünden artık kusmanın eşiğine gelmiştim. Yüzüm buruşuyordu. Kendimi tutamıyordum. Babamın suratındaki oyuklar terle dolmuştu. Bize baklava yedirmeye çalışıyorlardı. Kuzenimin bayram için aldığı kıyafetlerin çirkinliğine bakmadan duramıyordum. Baklavanın ağır tadı gırtlağımda bir ateş topu gibi oturuyordu. Görüntüm gittikçe bulanıklaşıyordu. Sesler kulağıma girmeye çalışan anaforlar gibiydi. Hepsinin anasına avradına sövmek istiyordum. Sustum. Sustum. Sustum.

                Dedem kurumuş ellerinde tuttuğu beşliklere baktı. Gırtlağındaki balgamı temizledi. Sakalını sıvazladı. Hacdan döndüğünde bırakmıştı sakalı. Yeleğinin cebinde duran köstekli düzeltti.

                “ Hadi gelin bakalım.” Gevrek gevrek güldü. Her bayram beş lira verirdi. Ve bu onun hayatındaki en muhteşem andı şüphesiz. Aslında anlıyordum. Ben de her sabah öleceğim korkusuyla uyansam, birkaç tane de olsa Fatiha garantilemek için beş liraya acımazdım.

                Kuzenlerim ayaklandı. Leş kargaları gibi dedemin başına üşüştü götler. Hepsi dağıldıktan sonra dedemin yanına gidip aldım beşliğimi. Teşekkür ettim. Geri dönüp magma kadar sıcak olan sobanın önüne oturdum. Her şey yine eski saçmalığına dönmüş gibiyken dedemin hırıltılı sesi odayı böldü. Dedem konuştuğunda herkes dinlemek zorunda olduğu için hepimiz sustuk. Bana döndü. Sakalını sıvazlayarak ailemizin akıbetini etkileyen o muhteşem soru dudaklarından tereddüt etmeden çıktı:
               
                “ Ne yapacaksın bakalım bayram harçlığınla?”
               
                Bir an duraksadım. Kusmak üzereydim. Şu an burada olmaktan tiksiniyordum. Düşündüm. Söylememeliyim dedim. Portakal suratlı babamla göz göze geldik. Bana hiddetli bir bakış attı. İyi bir şey söylememi istiyorlardı. Annem yorgun görünüyordu. Bütün kuzenlerim bu soru kendilerine sorulmadığı için mutluydular. Benim vereceğim cevabı keyifle bekliyorlardı. Hiç kimseyi yüzüstü bırakmak istemezdim. Ama mutsuzdum ve cevabımı verdim.
                 
               “ Bana verdiğiniz bayram harçlığıyla gidip kendime güzel bir porno kaseti alacağım dedeciğim.”
               
              Bir anda soba söndü. Portakal suratlı babamın yüzündeki kraterler kızarmaya başladı. Kuzenlerim sırtlanlar gibi odanın tenhasına çekildiler. Teyzelerim yutkunamadı. Küçük dayım tesbihinin ipini kopardı. Abim kravatını gevşetmek zorunda kaldı. Yengem başını önüne eğdi. Annem cebinden bir jilet çıkardı. Sesler durdu. Camlardaki buğu kayboldu. Sanki sihirli bir sözcük fısıldayıp zamanı olduğu yere mıhlamıştım. Oysa sadece içimden geçen cevabı verdiğimi düşünüyordum. Yaklaşık dört beş kere hacca gitmiş, yılın sekiz ayını oruçlu geçiren ve günde on vakit namaz kıldığını bildiğim büyük dayımla göz göze geldik. Dayımın gözleri Alamutlu Haşhaşilerin gözlerine benziyordu. Beni öldürmek istediğine emindim. Porno kelimesini kullanmış olmamın ailemde yarattığı şaşkınlık, Amerika kıtasının okyanusa batmasına, bazı ülkelerin topluca intihar girişiminde bulunmasına ve hatta kavimler göçünün tekrarlanmasına sebep olacak kadar derindi.
                 
            Dedem geriye yaslandı. Boğazındaki balgamı temizleyip Nobel almış bir fizikçi edasıyla konuşmaya başladı.

“ Gerçekten sana verdiğim bayram harçlığını bu şekilde değerlendirmen beni hayli mutlu eder. Peki ne tür pornolardan hoşlanıyorsun?“

Dedemle uzun uzun Latin pornolarının kalitesiz çekimlerinden, Asya pornolarında kullanılan gerçekçilikten, dedemin ayak fetişistliğinden, mature izlemekten tiksinmemden konuştuk. Sonra dedem dedi ki:
“Daha önce sana porno arşivimi göstermiş miydim sevgili torunum?”
“Hayır dedeciğim.”
“Peki o zaman gel benimle.”

Dedemle kapıdan çıkarken başımı çevirip baktım. Dayım çırılçıplak soyunmuş bir halde odanın içinde koşarak ateist olduğunu ilan ediyordu. Teyzemin ağzından çıkan köpükleri silen kuzenimin saçı başı dağılmıştı. Annem elinde tuttuğu jiletle bileklerini dikine kesmişti çoktan. Babam, annemin bileklerinden dökülen kanın ortasında kalp krizi geçirirken, abim babamın göğsünü yumruklamakla meşguldü. Eniştem yeğenimi sobanın içine atıyordu. Yengem tavanda sallanıyordu. Kuzenlerim topluca evdeki fişekleri sayıyorlardı. Anneannem radyoyu açmış, klasik müzik eşliğinde bardakaltı gözlüklerinin ardından Neil Gaiman okuyordu. Dışarı çıkıp kapıyı kapattık.

Dedem kolunu omzuma attı. Beraber koridorda yürüdük. Halen daha dedemle konuşuyorduk. Dedemin porno arşivinden birkaç özel parça izlemeye gidiyorduk. İçgüdüsel olarak  bir anlığına dedemin kasıklarına bakmaktan alamadım kendimi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder