11 Ekim 2013 Cuma

Haluk Bey'in Alacakaranlığı

Philip K. Dick’ten George Orwell’e kadar… Demişlerdi zamanında. ‘’Düzen’’ bizim sonumuz. Öyle bir matemetik var ki bu düzenin içinde, doğru rakamları bulup bazı işlemlerden geçirsen sıçtığın saat aralıklarını dahi öğrenebilirsin gibi. Reklamcıların parmağı var bu işte, öyle eminim ki. Aşkı da onlar icat etmediler mi? Ne büyük düzen değil mi aşk?  Toplum sana sevebileceğin bir kadın buldu. Şimdi elini yüzüne bulaştırmazsan çoluk çocuğa karışabilir,  annene de eli yüzü düzgün bir torun bağışlayabilirsin… Rutini koru. Sevişirken kafan ayık olsun. Çocukların harçlıklarını unutma. Temiz bir sakal tıraşı; mutlaka kahvaltı öncesinde. Sakın ihanet etme! Eşine, işine, televizyonuna, arabana... Sakın!

Fena çektin cavlağı be oğlum!

                                                                                                         -  bir trakyalı baba nasihati -


Haluk Bey, bir gece yarısı, rüyasında ateşli bir kadınla şehvetli bir birleşmenin ortasındayken kan ter içinde uyandı ve aletinin dimdik olduğunu gördü. O an, içinde mastürbasyon yapmaya yönelik müthiş bir istek uyandı. Ona kıçını dönmüş ve yorganın yarısından fazlasını üzerine çekmiş olan güzel karısını uyandırmak istemeksizin parmaklarının ucunda odadan çıktı ve banyoya girdi. Kapıyı usulca kitledi. Yakalanmak istemiyordu. - karısı değil; ama yaşı henüz ergenliğin eteklerinde olan oğlu, bazen sigara içmek için herkesin yatmasını bekler, sonra da banyoya girip tüttürürdü.- Klozet kapağını kaldırdı, donunu sıyırdı, sertleşmiş aletini eliyle kavradı ve okşamaya başladı. Seri bir boşalmanın ardından ellerini yıkadı ve güzel karısının yanına geri döndü.

Bunu pek önemsemedi. Sabah olduğunda aklından çıkmıştı bile. Güzel karısıyla ve huysuz oğluyla gül ve nar ağaçlarının gölgelerinin düştüğü balkonlarında leziz bir kahvaltıdan sonra karısını öptü, oğlunun başını sıvazladı ve işe gitmek üzere evden çıktı. Haluk Bey, kimya mühendisiydi. O gün de, diğer günlerdeki gibi aynı rutinle, müdavimi olduğu müşterilerini ziyaret etti ve evine geri döndü. Korunaklı sitesinde, muhterem komşularıyla birlikte yaşadığı, yeşilliklerin içindeki bej rengi, dubleks villasına yani. Fakat o gece ve daha sonraki gecelerde de aynı rüyaları görmeye devam etti. Daha önce görmediği, üryan kadınlarla, yatakta, kanepede, çamaşır makinesinin üzerinde birlikte olduğuyla ilgili rüyaları: Kumral kadınlar, sarışın kadınlar, esmer kadınlar... Bunlar onun için rüya değil kabustu tabii. Kabuslardan uyandığında içinde karşı konulmaz bir mastürbasyon yapma isteği uyanıyordu ve sonunda buna boyun eğiyordu. Utanıyordu, Haluk Bey. En son mastürbasyon yaptığında yirmili yaşlarındaydı. Güzel karısıyla tanıştığı günden beri buna gerek duymamıştı. Şefkatli ve sağaltıcı bir seks yaşantıları vardı. Şu zamana kadar ondan başka bir kadını arzuladığı olmamıştı. Peki, bu kabuslarına giren kadınlara karşı duyduğu şiddetli arzu ve engel olamadığı mastürbasyonlar da neyin nesiydi? Sonunda, Haluk Bey işinin ehli bir psikiyatriste başvurdu ve mahremini ona açtı. Psikiyatrist, şöyle dedi. ''Sıradan bir seks hayatınız var. Farklı pozisyonlar deneyin.'' Ama Haluk Bey ve karısı misyoneri seviyorlardı; farklı şeyler denemenin lüzumu yoktu. Bu sebepten Haluk Bey, psikiyatriste kulak asmadı ve bir daha gitmemeye karar verdi.

Sonra bir gece, akşam yemeğinde ilginç bir şey oldu. Haluk Bey, huysuz oğlu ve güzel karısı, şamdanlarda yanan mumlar eşliğinde somon balığı yerlerken Haluk Bey'in ağzından şu cümleler kurtuldu. ''Geceleri rüyalarıma başka kadınlar giriyor ve ben kalkıp mastürbasyon yapıyorum.'' Nedendir bilinmez. Belki de mustarip olduğu bu dert, içinde bir tümör gibi büyümüş ve dudaklarından dışarı taşmıştı. Karısı yerinden kalkmadan, hep takındığı o ışıltılı gülümsemesiyle omzuna dokunup '' Dert değil, olabilir böyle şeyler.'' demişti ve balığın kılçıklarını ayıklamaya devam etmişti. Oğlu ise, '' Pis otuzbirci!'' diye söylenip tabağını alıp odasına yollanmıştı. Sonuçta bu da sindirilebilir bir tepkiydi; zira ergenliğin hırçın yamaçlarında tırmanan oğlunun her zamanki haliydi bu. Bu yüzden Haluk Bey, ailesinden aldığı makul cevaplarla rahatladı ve o başbelası kabusları bir daha görmedi.

Aylar sonra Haluk Bey, huysuz oğlu ve güzel karısı, rutin yaşantılarına devam ederlerken bir gün, sabaha karşı, Haluk Bey yine aynı kabusla, dolgun göğüslü ve balık etli bir kadınla, müstehcen bir birleşmenin ortasında terler içinde uykusundan uyandı. Üzerine bir tedirginlik çökmüştü. Aylar sonra nereden çıkmıştı gene bu kabus? Somurtarak, ezbere adımlarla mastürbasyon yapmak üzere banyonun yolunu tuttu. Tam donunu indireceği sırada, dışarıdan gelen birtakım ayak sesleri işitti. Saatine baktı. Sabaha karşı beş çeyrekti. Neler olduğunu anlamak için evden dışarı çıktı ve alacakaranlığa adım attı. Kimseyi göremedi; sesler kesilmişti. Arka taraftaki çimenlik alana bakmak için evin çevresinden dolandığında, çimlerin üzerinde yalınayak, başlarını ağarmakta olan göğe kaldırmış beş tane adam saydı. Kimisi pijamasıyla, kimisi şortuyla, kimisi sırf donuyla öylece dikiliyordu. Haluk Bey, onları hemen tanıdı. Hepsi siteden komşularıydı. İşte, Doktor Vehbi Bey. Hemen yanında, Avukat Kenan Bey. Onun yanında, Makina Mühendisi Ogün Bey. Ogün Bey'in yanında, Mimar Levent Bey ve son olarak, Diş Hekimi Bülent Bey. Nizami aralıklarla yan yana durmuş, güneşin ışınlarıyla aydınlanan ufku seyrediyorlardı. Haluk Bey, ne yaptıklarına anlam vermeye çalışarak çekingen adımlarla yaklaştı arkalarından. Yanlarına geldiğinde ise şaşkınlık ve heyecanla karışık bir çığlık atmamak için zor tuttu kendini. Her biri, donlarından dışarı sarkan aletlerini kavramışlar, mastürbasyon yapıyorlardı. Haluk Bey'i fark etmediler bile; yarı uykuda, bedenlerine gömülmüş, sanki kendi içlerinden bir meseleyi tartışıyor gibiydiler. Belki de birbirlerinin bile farkında değillerdi. Haluk Bey, komşularının sabit bakışlarında parıldayan ışığı inceledi teker teker ve nihayetinde dudaklarında şeytani bir tebessüm kımıldadı. Başını kiremit rengi ufka kaldırdı, sert aletini parmaklarının arasına aldı; çimlerin üzerindeki çiy tanelerinin çıplak ayaklarında bıraktığı ıslaklığı hissetti.


Bu altı yetişkin adam, tan ışıklarının gölgesinde mastürbasyon yaparlarken adeta Jean Marc’ın yağlı boya çalışmalarından birini andırıyorlardı. Nasıl desem? Tıpkı güneşi kucaklayan ayçiçekleri gibi.


                                                                                                                                           ekin gökgöz


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder