26 Ocak 2014 Pazar

Korkuluk

                        Süvari, geniş omuzlarından süzülen altın sırmaları dalgalandırarak adeleli kollarıyla atının dizginlerini asıldı. Şapkasının altından görünen keskin gözlerini, kuytusunda durduğu uçsuz bucaksız ovanın üzerinde gezindirmeye başladı. Ova baştan aşağı buğday doluydu. İri, dolgun ve diri başaklar ikindi güneşinin altında altın gibi parlıyor, imbatın himayesinde vakur bir edayla sallanıyorlardı. Gözüne ovaya serpiştirilmiş korkuluklar takıldı. Ritmik olmamakla birlikte sanki planlanmamış bir düzen içerisindeydiler. Birbirinden çirkin bir sürü korkuluk olduğunu görmek canını sıksa da ovanın bereketi ve doygunluğu karşısında coşkuyla doldu içi. Kazığa oturtulmuş bir cadı kadar doğruldu atının üstünde. Gururlanıp göğsünü kabarttı.


Keskin gözlerini ovanın içinde gezindirirken başakların arasında gezinen bir genç kız gördü. Atını şaha kaldırınca siyah atının beyaz ayakları havada asaletle çırpındı. Süvari, buğdayların arasına daldı. Çirkin korkulukların arasından başakları ezerek şimşek gibi ovanın ortasına doğru atını sürdü. Kıza yaklaştıkça dudaklarını arzuladığını fark etti. Kalbi daha hızlı çarpmaya başladı. Atının ritmince kalbi çarpıyordu. Arkası ona dönük güneşe baktığını fark etti. Kıza çok yaklaşmasına rağmen, kız ona doğru dönmedi yüzünü. Yanına geldiğinde yavaşladı ve atının dizginlerini sertçe asıldı. Kız koni şapkasının altından ona baktığında Süvari dehşetle irkildi. Genç bir kız zannettiği kişinin aslında dişleri dökülmüş, buruşuk suratlı, ihtiyar bir Çinli olduğunu gördü. Süvari gözlerini ovuşturdu. Çinli ona sarı ve eksik dişli ağzının içini göstererek gülümsüyordu. Süvari atından inip Çinliye yaklaştı. Çinli çekik gözlerini daha da çekikleştirerek sordu:

- Neden geldin buraya?

- Şey, ben sizi uzaktan görünce…

- Beni uzaktan görünce?

- Sizi uzaktan genç bir kıza benzetmiştim.

- Ha ha ha! Beni genç bir kıza benzettin ha? Teşekkür ederim delikanlı.

- Neyse ben sizi rahatsız ettim. Özür dilerim.
       
     Süvari utanarak arkasını döndü. Tam atının yularını tutacakken beyaz ayaklı siyah at bir anda yere yığıldı. Siyah atın kızıla boyanmış beyaz kıllı ayakları havada son kez savruldu. Beyaz ayaklı siyah at kanlar içinde öldü. Süvari atının başına oturup ağlamaya başladı. Çinli elini omzuna koydu:

- Ağlama artık ona ihtiyacın olmayacak.

- Nasıl olmayacak lan! Ben bu atın üstünde düşmanla savaştım. Bak! Göğsümdeki Cesaret Madalyasını yoldan geçene vermiyorlar! Ben şimdi nasıl savaşa giderim.
        
     Tekrar gözyaşlarına boğuldu. Yakışıklı sayılabilecek bir adamdı Süvari. Saçları yana taranmıştı. Sakal tıraşını henüz yeni olmuştu. Üniforması tam üzerine göre dikilmişti. Kılıcının hakkını verebilecek kadar güçlü görünüyordu ama yine de ölü atının başında hüngür hüngür, dövünerek ağlıyordu. Çinli koni şapkasının altından tekrar konuşmaya başladı:

- Yanlış anlama ama sen geri dönmeyi mi düşünüyordun burdan?

- Seni kız zannettim dedimya. Senin  Çinli bir ihtiyar olduğun ortaya çıkınca ben de geri döneceğim mecburen. Burda daha ne yapabilirim ki? Hem atım neden öldü?

- Çok basit evlat, jiletler yüzünden.

- Ne jileti?

- Bak, bu ova muhteşem bir buğday tarlası gibi görünmesine rağmen lanetli bir tarladır. Dikkatli bakarsan görürsün ki her başağın yanında bir de jilet vardır.

Süvari dikkatlice başaklara doğru baktı. Gerçekten bu başakların her birinin yanında küçük birer jilet yetişmişti.  Atına doğru bakınca atının üzerinde binlerce çizik olduğunu fark etti. Atını hızla sürerken atını öldürüyor olduğunu fark etmemişti bile. Kafasını kaldırıp Çinliye doğru baktı.

- Nasıl çıkacağız burdan?

- Çıkmayacağız.

- Napıcaz burda amınakodum Çinlisi. Ben çıkmaya çalışacağım.

- Çıkmaya çalışırsan ölürsün.

- Çalışmasakta ölürüz.

- Hayır, burda kalırsak en azından korkuluk oluruz.

- Ne oluruz ?

- Korkuluk oluruz. Buranın üzerinde kuş bile uçmaz jiletli olduğunu bildiklerinden.  Buna rağmen burdaki şu korkuluk bolluğu sana garip gelmedi mi? Buraya mancınıkla idam cezası alanlar atılır. Ya da intihar etmek isteyenler buraya gelir. Bu tarlada bir süre kalanlar korkuluk olurlar. Ordumuzun şanlı bir askeri olarak senin devletimize ait bu yasal intihar yerleşkesini bilmemen çok garip doğrusu.

- Nasıl yani? Ne, ne korkuluğu? Sen ne dediğinin fakında mısın? Beninle dalga mı geçiyorsun sen?

- Bak ayaklarım dönüşmeye başladı bile.

Süvari, Çinli’nin ayaklarına baktığında gözlerine inanamadı. Gerçekten de ayakları yere saplanmış iki sopaya dönüşmüştü ama dizlerinden yukarısı hala insandı.

- Bu ne böyle? Bana da mı böyle olacak?

- Evet sana da bu lanet bulaştı artık. Senin de kaderin benimki gibi olacak.

- Kimin laneti bu?

- Uzun zaman önce yaşamış bir çiftçinin laneti. Sınır komşusu olan çiftçi mahsullerine gölge yaptığını düşündüğü için sınırda duran armudu kesmiş. Bizim çiftçi de onu öldürmek için bir gece bu tarlaya gelip buğdayların arasına jilet tohumları ekmeye başlamış. Ama en sonunda yanlış yerden başladığı için her tarafa jilet tohumu ekince ortada kalmış. Ve orda tek başına çıldırmış.

- O da korkuluk mu olmuş?

- Hayır. O, işte şu ortadaki armut ağacına dönüşmüş.

            Süvari armut ağacına dönüp uzunca bir süre izledi. Güneş ovanın ucundaki sıra dağlara yaklaşmaya başlamıştı. Oldukça dar bir açıyla yeryüzüne vuran güneş ışınları başaklardan sekip gözlerinde patlıyordu. Armut ağacının çiftçi olabileceği ona mantıklı geldi ve lanetin varlığını kabul etti. Artık ilk heyecanı üzerinden atmış, sesi normale dönmüştü. 

- Ben ne zaman korkuluk olurum?

- Bu oldukça hızlı oluyor, bak benim belimden aşağısı dönüştü bile. Ben geldiğimde şu sağda gördüğün korkuluk insandı. Güneş batmadan sen de korkuluk olmuş olursun.

- Ben bu ülke için günlerce, aylarca, hatta yıllarca savaştım. Sonumun böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim. Bir savaş meydanında mertçe ölmek istiyordum ben.

- Ben de şaman olmak istiyordum ama hırsız oldum. Ellerim küçük olduğu için bunu, şamanlıktan daha kolay yapabileceğimi fark ettim. Yıllardır bir şeyler çalarak yaşıyorum. Hatta az önce de el alışkanlığıyla senin madalyanı çaldım. Al bunu özür dilerim.

Süvari herhangi bir şey söyleme gereği hissetmedi. Cevabı saçma bulduğu yüzünden okunuyordu. Ama arkasını dönmeye çalıştığında Süvari hareket edemediğini fark etti. Ayaklarına baktığında ayaklarının yerinde kuru toprağa saplanmış iki çubuk gördü. Kılıcını ve madalyasını çıkartıp fırlattı. Çinli de koni şapkasını frizbi şeklinde başakların üzerinden uzaklara uçurdu. Süvari kaderini kabullenmenin verdiği huzurla  saçlarını taramaya başladı. Çinli’nin gövdesi de artılık korkuluğa dönüşmüş, sadece kafası insan olarak kalmıştı. Süvari, Çinli’nin çekik gözlerine bakıp sordu:

- Peki, o çiftçi neden armut ağacı olmuş?

- Yani ne bileyim? Cezalandırılmış işte? Ya nefret ettiğin şeye dönüşürsün zamanla ya da acılarına. Haksız mıyım?

- Bir Çin atasözü böyle der ha?

- Siktiret atasözlerini. Bir sigara yakıp ağzıma versene korkuluk olana kadar içerim ben onu.

Süvari iki sigara yakıp birini Çinli’nin ağzına tutuşturdu. Çinli keyifle sigarasını tüttürmeye başladı ama sigarasını bitiremeden tamamen korkuluk oldu. Kısa bir süre içerisinde ise yüzü iki kat çirkinleşti, tabi dudağında sigaravari bir buğday sapıyla.

Güneş batmadan hemen önce ise süvari sarı buğday saplarından saçları olan, genç bir kıza dönüştü. Çirkin Çinli korkuluk ile güzel genç kız korkuluk, buğday tarlasını bir çekirge sürüsü talan edene kadar, ovanın ortasında karşılıklı durdular.  

                                                                                   Onur Tuncay

                                                                                     Yenice



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder