Süvari,
geniş omuzlarından süzülen altın sırmaları dalgalandırarak adeleli kollarıyla
atının dizginlerini asıldı. Şapkasının altından görünen keskin gözlerini,
kuytusunda durduğu uçsuz bucaksız ovanın üzerinde gezindirmeye başladı. Ova
baştan aşağı buğday doluydu. İri, dolgun ve diri başaklar ikindi güneşinin
altında altın gibi parlıyor, imbatın himayesinde vakur bir edayla
sallanıyorlardı. Gözüne ovaya serpiştirilmiş korkuluklar takıldı. Ritmik
olmamakla birlikte sanki planlanmamış bir düzen içerisindeydiler. Birbirinden
çirkin bir sürü korkuluk olduğunu görmek canını sıksa da ovanın bereketi ve
doygunluğu karşısında coşkuyla doldu içi. Kazığa oturtulmuş bir cadı kadar
doğruldu atının üstünde. Gururlanıp göğsünü kabarttı.
Keskin gözlerini ovanın içinde gezindirirken başakların arasında gezinen bir genç kız gördü. Atını şaha kaldırınca siyah atının beyaz ayakları havada asaletle çırpındı. Süvari, buğdayların arasına daldı. Çirkin korkulukların arasından başakları ezerek şimşek gibi ovanın ortasına doğru atını sürdü. Kıza yaklaştıkça dudaklarını arzuladığını fark etti. Kalbi daha hızlı çarpmaya başladı. Atının ritmince kalbi çarpıyordu. Arkası ona dönük güneşe baktığını fark etti. Kıza çok yaklaşmasına rağmen, kız ona doğru dönmedi yüzünü. Yanına geldiğinde yavaşladı ve atının dizginlerini sertçe asıldı. Kız koni şapkasının altından ona baktığında Süvari dehşetle irkildi. Genç bir kız zannettiği kişinin aslında dişleri dökülmüş, buruşuk suratlı, ihtiyar bir Çinli olduğunu gördü. Süvari gözlerini ovuşturdu. Çinli ona sarı ve eksik dişli ağzının içini göstererek gülümsüyordu. Süvari atından inip Çinliye yaklaştı. Çinli çekik gözlerini daha da çekikleştirerek sordu:
- Ağlama artık ona ihtiyacın olmayacak.
- Nasıl olmayacak lan! Ben bu atın üstünde düşmanla savaştım. Bak! Göğsümdeki Cesaret Madalyasını yoldan geçene vermiyorlar! Ben şimdi nasıl savaşa giderim.
- Siktiret atasözlerini. Bir sigara yakıp ağzıma versene korkuluk olana kadar içerim ben onu.
Onur Tuncay
Keskin gözlerini ovanın içinde gezindirirken başakların arasında gezinen bir genç kız gördü. Atını şaha kaldırınca siyah atının beyaz ayakları havada asaletle çırpındı. Süvari, buğdayların arasına daldı. Çirkin korkulukların arasından başakları ezerek şimşek gibi ovanın ortasına doğru atını sürdü. Kıza yaklaştıkça dudaklarını arzuladığını fark etti. Kalbi daha hızlı çarpmaya başladı. Atının ritmince kalbi çarpıyordu. Arkası ona dönük güneşe baktığını fark etti. Kıza çok yaklaşmasına rağmen, kız ona doğru dönmedi yüzünü. Yanına geldiğinde yavaşladı ve atının dizginlerini sertçe asıldı. Kız koni şapkasının altından ona baktığında Süvari dehşetle irkildi. Genç bir kız zannettiği kişinin aslında dişleri dökülmüş, buruşuk suratlı, ihtiyar bir Çinli olduğunu gördü. Süvari gözlerini ovuşturdu. Çinli ona sarı ve eksik dişli ağzının içini göstererek gülümsüyordu. Süvari atından inip Çinliye yaklaştı. Çinli çekik gözlerini daha da çekikleştirerek sordu:
- Neden geldin buraya?
- Şey, ben sizi uzaktan görünce…
- Beni uzaktan görünce?
- Sizi uzaktan genç bir kıza benzetmiştim.
- Ha ha ha! Beni genç bir kıza benzettin ha?
Teşekkür ederim delikanlı.
- Neyse ben sizi rahatsız ettim. Özür dilerim.
Süvari utanarak arkasını döndü. Tam
atının yularını tutacakken beyaz ayaklı siyah at bir anda yere yığıldı. Siyah
atın kızıla boyanmış beyaz kıllı ayakları havada son kez savruldu. Beyaz ayaklı
siyah at kanlar içinde öldü. Süvari atının başına oturup ağlamaya başladı.
Çinli elini omzuna koydu:
- Ağlama artık ona ihtiyacın olmayacak.
- Nasıl olmayacak lan! Ben bu atın üstünde düşmanla savaştım. Bak! Göğsümdeki Cesaret Madalyasını yoldan geçene vermiyorlar! Ben şimdi nasıl savaşa giderim.
Tekrar gözyaşlarına boğuldu. Yakışıklı
sayılabilecek bir adamdı Süvari. Saçları yana taranmıştı. Sakal tıraşını henüz
yeni olmuştu. Üniforması tam üzerine göre dikilmişti. Kılıcının hakkını
verebilecek kadar güçlü görünüyordu ama yine de ölü atının başında hüngür
hüngür, dövünerek ağlıyordu. Çinli koni şapkasının altından tekrar konuşmaya
başladı:
- Yanlış anlama ama sen geri dönmeyi mi düşünüyordun
burdan?
- Seni kız zannettim dedimya. Senin Çinli bir ihtiyar olduğun ortaya çıkınca ben
de geri döneceğim mecburen. Burda daha ne yapabilirim ki? Hem atım neden öldü?
- Çok basit evlat, jiletler yüzünden.
- Ne jileti?
- Bak, bu ova muhteşem bir buğday tarlası gibi
görünmesine rağmen lanetli bir tarladır. Dikkatli bakarsan görürsün ki her
başağın yanında bir de jilet vardır.
Süvari dikkatlice başaklara doğru
baktı. Gerçekten bu başakların her birinin yanında küçük birer jilet
yetişmişti. Atına doğru bakınca atının üzerinde binlerce çizik olduğunu fark etti. Atını hızla sürerken atını öldürüyor
olduğunu fark etmemişti bile. Kafasını kaldırıp Çinliye doğru baktı.
- Nasıl çıkacağız burdan?
- Çıkmayacağız.
- Napıcaz burda amınakodum Çinlisi. Ben
çıkmaya çalışacağım.
- Çıkmaya çalışırsan ölürsün.
- Çalışmasakta ölürüz.
- Hayır, burda kalırsak en azından korkuluk
oluruz.
- Ne oluruz ?
- Korkuluk oluruz. Buranın üzerinde kuş bile
uçmaz jiletli olduğunu bildiklerinden.
Buna rağmen burdaki şu korkuluk bolluğu sana garip gelmedi mi? Buraya
mancınıkla idam cezası alanlar atılır. Ya da intihar etmek isteyenler buraya
gelir. Bu tarlada bir süre kalanlar korkuluk olurlar. Ordumuzun şanlı bir
askeri olarak senin devletimize ait bu yasal intihar yerleşkesini bilmemen çok
garip doğrusu.
- Nasıl yani? Ne, ne korkuluğu? Sen ne
dediğinin fakında mısın? Beninle dalga mı geçiyorsun sen?
- Bak ayaklarım dönüşmeye başladı bile.
Süvari, Çinli’nin ayaklarına
baktığında gözlerine inanamadı. Gerçekten de ayakları yere saplanmış iki sopaya
dönüşmüştü ama dizlerinden yukarısı hala insandı.
- Bu ne böyle? Bana da mı böyle olacak?
- Evet sana da bu lanet bulaştı artık. Senin
de kaderin benimki gibi olacak.
- Kimin laneti bu?
- Uzun zaman önce yaşamış bir çiftçinin
laneti. Sınır komşusu olan çiftçi mahsullerine gölge yaptığını düşündüğü için
sınırda duran armudu kesmiş. Bizim çiftçi de onu öldürmek için bir gece bu
tarlaya gelip buğdayların arasına jilet tohumları ekmeye başlamış. Ama en
sonunda yanlış yerden başladığı için her tarafa jilet tohumu ekince ortada
kalmış. Ve orda tek başına çıldırmış.
- O da korkuluk mu olmuş?
- Hayır. O, işte şu ortadaki armut ağacına
dönüşmüş.
Süvari armut ağacına dönüp uzunca bir süre izledi. Güneş
ovanın ucundaki sıra dağlara yaklaşmaya başlamıştı. Oldukça dar bir açıyla
yeryüzüne vuran güneş ışınları başaklardan sekip gözlerinde patlıyordu. Armut
ağacının çiftçi olabileceği ona mantıklı geldi ve lanetin varlığını kabul etti.
Artık ilk heyecanı üzerinden atmış, sesi normale dönmüştü.
- Ben ne zaman korkuluk olurum?
- Bu oldukça hızlı oluyor, bak benim belimden
aşağısı dönüştü bile. Ben geldiğimde şu sağda gördüğün korkuluk insandı. Güneş
batmadan sen de korkuluk olmuş olursun.
- Ben bu ülke için günlerce, aylarca, hatta
yıllarca savaştım. Sonumun böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim. Bir savaş
meydanında mertçe ölmek istiyordum ben.
- Ben de şaman olmak istiyordum ama hırsız
oldum. Ellerim küçük olduğu için bunu, şamanlıktan daha kolay yapabileceğimi
fark ettim. Yıllardır bir şeyler çalarak yaşıyorum. Hatta az önce de el
alışkanlığıyla senin madalyanı çaldım. Al bunu özür dilerim.
Süvari herhangi bir şey söyleme
gereği hissetmedi. Cevabı saçma bulduğu yüzünden okunuyordu. Ama arkasını
dönmeye çalıştığında Süvari hareket edemediğini fark etti. Ayaklarına baktığında
ayaklarının yerinde kuru toprağa saplanmış iki çubuk gördü. Kılıcını ve
madalyasını çıkartıp fırlattı. Çinli de koni şapkasını frizbi şeklinde
başakların üzerinden uzaklara uçurdu. Süvari kaderini kabullenmenin verdiği
huzurla saçlarını taramaya başladı.
Çinli’nin gövdesi de artılık korkuluğa dönüşmüş, sadece kafası insan olarak
kalmıştı. Süvari, Çinli’nin çekik gözlerine bakıp sordu:
- Peki, o çiftçi neden armut ağacı olmuş?
- Yani ne bileyim? Cezalandırılmış işte? Ya
nefret ettiğin şeye dönüşürsün zamanla ya da acılarına. Haksız mıyım?
- Bir Çin atasözü böyle der ha?
- Siktiret atasözlerini. Bir sigara yakıp ağzıma versene korkuluk olana kadar içerim ben onu.
Süvari iki sigara yakıp birini
Çinli’nin ağzına tutuşturdu. Çinli keyifle sigarasını tüttürmeye başladı ama
sigarasını bitiremeden tamamen korkuluk oldu. Kısa bir süre içerisinde ise yüzü
iki kat çirkinleşti, tabi dudağında sigaravari bir buğday sapıyla.
Güneş batmadan hemen önce ise
süvari sarı buğday saplarından saçları olan, genç bir kıza dönüştü. Çirkin
Çinli korkuluk ile güzel genç kız korkuluk, buğday tarlasını bir çekirge sürüsü
talan edene kadar, ovanın ortasında karşılıklı durdular.
Yenice
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder